8 Ocak 2011 Cumartesi

Ne Yedik... Ne içtik ?

Beyrut’ gezmeğe devam edeceğiz elbette ama aç açına da gezilmez ki. Hem zaten sabah uçakta THY nin verdiği ikramla duruyoruz hala. Güzel Türkçemizdeki yiyip içtiğin senin olsun, gördüklerini anlat lafına karşın, gidilen yerdeki tadına bakılanlarda anlatılmalı.

Otelimiz Hamra bölgesinde. Hamra bizim Taksim ve İstiklal Caddesi kıvamında bir yer. Mavi kubbeli Cami den yaklaşık 1,5 km uzaklıkta. Ana caddesinin sağında solunda, cafeler, restaurantlar ve dükkanlar var. Bizim otelimiz La Commodore , 5 * lı olmasına rağmen Hamra Caddesinin iki sokak arkasında. Eğer Beyrut da oteller 10 * üzerinden sınıflandırılmıyorsa, ya ben işi bilmiyorum yada bu otel haddini bilmiyor. 

 Otelimizin lobisi aslında sıcak ve samimi bir ortam hissi veriyor. Lobinin tam ortasına göze ve gönüle hoş gözüken çok şeker bir çam ağacı var. Beyrut'da her yer süslenmiş çam ağaçları ile dolu. Ama hiç biri bir diğerine benzemiyor. Birirnin üzerindeki süsü bir diğerinde göremedim. 
 
Personel son derece güler yüzlü ve yardım sever. Asabi Türk müşterinin oda anahtarını alamadığı zaman yarattığı strese rağmen asla suratları asılmıyor. Panik yapmıyorlar. Nezaketle cevap veriyorlar. Bize verdikleri oda da bulunmayan 3. yatağı ve mevcut odada 3.yatağı koyacak yer olmadığını resepsiyona bildirdikten sonra, hemen odayı değiştireceklerini söylüyorlar. 


Hamra  kırmızı demekmiş. Cafe Hamra’da karar kılıyoruz. Etraf ve dekorasyon da kırmızı renkler hakim. Ortam temiz gözüküyor. Her yaştan insan var.  Bize gösterilen yer acaip rahat gözüküyor. O kadar uykusuzluk ve yorgunluktan sonra nereye otursam galiba çok rahatmış diyeceğim. Oturduğunuzda sizi daha da rahatlatan yumuşacık deri koltuklu bir masadayız. 

Hummus, Fettush, Tebbula…

Menu yü inceliyoruz. Hiç şüpheniz olmasın, burada hangi menüyü açarsanız açın ilk sayfada karşınıza mezeler çıkıyor. Ve o mezelerde en çok kullanılan şey tahin, nohut ve zeytinyağı. Tabiî ki tercihimizi mezelerden yana kullanıp birkaç sipariş veriyoruz. 


Hummus, Fettush, Tebbula… Humus u memlekette çok sevdiğimiz kebabcıda yiyiyoruz. Galiba bu humusun içinde biraz yoğurt ve limon ekşisi var. Bizimki kadar yoğun bir tat bırakmıyor damakta. Son derece lezzetli. Bir başka gün bir başka cafede sarımsaklı yoğurla yapılanına da rastladık.  Fettush bildiğin marul salatası.Üzerinde kıtır hamur parçaları var.  Bol sumakla ekşiliği o kadar lezzetli ki. Kıtırın şekli cafe den cafe ye değişiyor ama bu salata çok güzel. Tebbula mı ne? Bildiğin içli köfte… Aramızda kalsın Antep de yediğim içliköftenin tadını geçemiyor. Servisle beraber pofuduk ekmekler ve  naylon torbada incecik pita ekmekleri geliyor. Pitalar o kadar ince ve lezzetli ki.


 
Sonra bir de labne yi ekmek üstüne sürüp veriyorlar. Benim resmini çektiğim labneli ekmek o kadar hoş gözüküyordu ki. İnsana ekmek üzerine labne bu kadar güzel mi sürülür dedirtiyor. Sunum harika ama ekmek bayat ! 
Ben normalde bira düşkünü biri değilim. Susuzluktan ölsem ancak o ilk yudum çok güzel gelebilir. Ama duydum ki Lübnan birası hafif ve lezzetliymiş. Denemeden olmaz dı. Gerçekten hafif. İçimi çok hoş. Denk gelirseniz kaçırmayın derim. Almaza...

İstanbul da ki kafelerde eskiden yapılması zor olduğu için Türk Kahvesi yapmazlardı. Sonra Arçelik deki mühendisler bir makine icat ettiler. Şimdi her yer o makine sayesinde homurdanmadan Türk kahvesi servisi yapıyorlar. Beyrut da genelde her cafe de “Turkish Coffe” cezve, fincan ve su ile ikram ediliyor. Çok hoşuma gitti. Seviyor bunlar bizi.

 
Lübnan da geç keşfettiğim başka bir içkide “arak”. 

Otelin sokağında bir bakkaldan su alırken, raflarda satılan şişelere göz atıyorum. Gözüme estetik, parlament mavisi bir şişe çarpıyor. Şişe o kadar güzel ki, içinde su satsalar yinede alacağım. Ama kasada kaç para sorusuna verilecek cevaplardan fazla İngilizce bilmeyen genç arkadaşa, sanki 10 yaşındaki bir çocuğa anlatır gibi, bu Yunan Uzo su yada Türk Rakı sı gibi bir içecek mi? diye soruyorum. Genç arkadaş da 10 yaşında bir çocuk gibi cevap veriyor;  
- What is Uzo?”  

O sırada markette alış veriş yapan bir Lübnan lı derdimi anlayıp, bana cevap veriyor. “Yes, yes. İt is same”. Yaşasın yöresel bir şey buldum almak için. 

Otele döndüğüm zaman barmene soruyorum arak  'ın nasıl içildiğini. Onlarda bizimrakı gibi su koyarlarmış üstüne. Tıpkı biz Türkler gibi balık yerken illa ki arak içerlermiş.

Son olarak  bir kahve molasında, tadına baktığımız bilindik tatlıların güzel resimleriyle bu yazının sonunu bağlayalım. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder