Misal...
Hindistan'da inek olmak...çok şahane bir durum. İnek Hindularca kutsal sayıldığından kimse ineklere karşı bir yanlış yapmıyor. Üzerinde yaşadığımız dünyanın sembolü, hayatın ve devamlılığın simgesi olarak görüyorlar. Gitmeden önce okuduklarımızdan,duyduklarımızdan ineklerin dokunulmazlıklarını biliyorduk da, bunu yaşanılan ortamda gözlemek de oldukça ilginç. Yok artık dediğiniz bir sürü sahneye şahit oluyorsunuz. Halk o an, o ortam yaratılırken hayvan oranın habitatında hep varmış gibi davranıyor. Kimse kimsenin ineğine kışt demiyor. Yada hemşerim kim saldı bu ineği buraya, nerede bunun sahibi gibi bir durumla karşılaşmanız mümkün değil. Kesip etini yemiyorlar. Kendi karınlarını doyurmakta zorlandıkları için inekleri beslemek gibi de bir çabaları yok. Sırf bu sebepden iri cüsselerine rağmen pek çoğunun kemikleri sayılıyor. E peki bu hayvan nasıl karnını doyuruyor derseniz, sokaklardaki çöp yığınlarının içinden illaki bir şeyler buluyor yemek için. İlla sokaklardaki çöp yığınlarına bir sebep aranacaksa, bundan güzeli olmaz bence.
Hindistan'da kadın olmak...bazı anlarda keyifli, çok cana zor, hele kocası ölmüş bir kadınsanız da felaketin diğer adı. Kocası ölen kadın adeta yaşarken ölmeye zorlanıyor toplum baskısıyla. Renkli giyinmek yasak.Sadece beyaz giyebilirler. Hemen saçlarını kesiyorlar. Makyaj dan vaz geçiyorlar. Onu güzel yapan ne varsa,sırf kocası öldü diye vazgeçmek zorunda. Yeniden evlenmesi imkansıza yakın. Çalışamaz, çünkü iş bulamaz. Sadece dul kadınların yaşadığı sığınma evlerinde yaşamak zorundalar. Erkeğin ölümüyle dul kadının kocası ile birlikte canlı canlı yakılması geleneğinden çok şükür ki dünya kamuoyunun baskısıyla da 1987 yılında kanunla vaz geçilmiş.Çocuk gelin sorunu tıpkı bizdeki gibi orada da toplumsal bir yara. Bu konuyla ilgili Türkçe'ye KANLI SU olarak çevrilen 2005 yılı yapımı yönetmen Deepa Mehta'nın WATER filmini şiddetle tavsiye ederim. Ben döndükten sonra izledim ve sorunun boyutlarını daha iyi kavradım.
Öte yandan Hindistan'da kadın olmak dışarıdan bakılınca keyifli,neşeli, eğlenceli... çünkü bizdekinden farklı bir güzellik anlayışları var. Çok renkli, cıngıl, cıngıl, ışıl ışıllar. Takıp takıştırıyorlar. İlla pahalı, değerli olması gerekmiyor. Kollarında boydan boya en az 6 yada 8 tanesini bir arada taktığınız " Bangle" dedikleri bilezikleri var. Takıya, bijuteriye hiç meraklı olmayan biriyseniz bile, üç gün sonra "yaw ne de hoş duruyor" diyebiliyorsunuz. İki kaşlarının arasına illaki bir "bindi" yapıştırıyorlar. Hatta bu o kadar doğal bir şey ki çoğu erkek yada çocukta da var. Kadınların kullandığı her boy,şekil,renk ve desende yapıştırmalı. Genelde doğru bilinen bir yanlış bunun evli kadınlara has bir şey olduğu. Evli kadınlar saçlarının arasına kırmızı boya sürüyorlar.
Hindistan'da çocuk olmak... çok sevimli bir durum. Diyeceksiniz ki çocuğun sevimsiz olanı da mı var. E bazen var. Ama Hintli aileler çocuklarını nazardan ve kem gözden korumak için gözlerini yüzlerini boyuyorlar. Halbuki bir turist olarak onları çok daha sevimli ve şirin bulup resimlerini çekmek istiyorsunuz.
Allahtan çoluk çocuk resim çektirmeye pek meraklılar. Bazen biri kolunuzdan çekiştirip ön dişlerinin arasında konuştuğu İngilizceyle "You are very beautiful...Can we take a picture?" diye gayet rahat soruyor. Memleket de biri böyle yapsa içteki en fesat duygular, karşıdakine bir dalma, kafa göz yarma isteği su yüzüne çıkar. Ama Hindistan'da bunu yapanın bir genç kız olması, konuya ilişkin tüm kötü düşünceyi yok ediyor. "Ah canım tabiiisi de çekinelim!!!" moduna geçiveriyorsunuz. Hatta Agra kalesinden çıkıp grubun geri kalanını tünediğimiz duvarın üzerinde beklerken, yanımdaki sarışın arkadaşımla aramızda birden bire küçük bir bebek peydah oldu. Bu çocuk da nereden geldi demeye fırsat kalmadan anladık ki ailesi, biri sarı diğeri turuncu kafalı Hindistan topraklarında nadir görülen iki kadının arasında hatıra fotoğrafı çekmek istemiş. E tabi bizede çocuğun yanaklarını mıncırarak poz vermek düştü :)
Hindistan'da şoför olmak...bilemiyorum nasıl bir şey. İstanbul'da kazasız belasız araba kullanıp, ya fena da şoför değilim aslında diye içten içe düşünen biriyseniz, bu özgüven Hindistan'da anında yerle bir olabilir. Çünkü sokağa adımınızı atmanızla başlayan korna sesleri hiç bir zaman kesilmiyor. Trafikte korna çalmak bir iletişim şekli. Yollarda gördüğünüzü her kamyon veya kamyonetin arkasında sanki yazmak zorunluymuş gibi "Blow Horn" yada "Horn Please" yazıyor. Bak uyar dedim sen uyarmadın... O zaman sorumluluk senin manasında bir yazı. Birde bu kadar kargaşanın içinde herhangi bir trafik kuralından bahsetmek de oldukça abes. Ama ilahi bir güç olması muhtemel trafik kazalarını engelliyor. Sağda solda önde arkada, otobanda veya şehir içi trafikte bu kadar motosiklet nasıl oluyor diye de düşünmeden edemiyorsunuz. Birde bunu düşünürken, nasıl oluyor da, benim ülkemde, okumuş, yazmış, eğitimli kesim, motosiklet üzerinde kask takmaya gerek görmezken, burada nasıl bir bilinç var ki, herkesin kafada kask var demeden de edemiyorsunuz. Yolarda sıklıkla kask tezgahları var.
Hindistan'da seyyar satıcı olmak....ne anlatılırsa anlatılsın yaşamadan bileceğiniz bi şey değil. Oraları görmeden, buradaki, seyyar satıcıya, trafikteki kornaya, arabaya, yollardaki kalabalığa sinirlenen ben, bunlara neden sinirlendiğimi yeniden gözden geçirmeye karar verdim. Hatta... hakkındır kardeşim, buyur ne arzu ediyosan sana helal... deme aşamasındayım. Tur esnasında anlatım yaparken yanaşan satıcıya ' höt ! ' derseniz kenara çekilip bekler yada başka bir grupda şansını dener. Ama burada sattıkları mala gözünüzü değdirmeniz yada satıcı ile en ufak bir göz teması, şanslarını sonuna kadar zorlamaları için yeterli. Üstelik iyi kötü hepsi İngilizceyi konuşup anlamasına rağmen ne hikmetse ' No...Thank You ! ' demenin ne anlama geldiğini tövbeler olsun anlamıyor. Ya da bak ben ondan aldım. Bir tane daha istemiyorum demek etrafınızdaki satıcı gürühuna bir tane daha alabilecek potansiyelinizin olduğunu gösteriyor. Ancak kendinizi otobüse atabilirseniz bu taciz den yırtma şansınız var. Bu sefer de rehbere yolcuların almak isteyip istemediklerini sorması için yalvarıyorlar. Otobüsün kapısı kapanıp da hareket ettiğiniz zaman anlıyorlar ki ... no more chance.
Hindistan'da Pazar gazeteleri... okumak çok eğlenceli. Çünkü o gün sayfa sayfa eş arayanların ilanları çıkıyor. E ülke büyük, nufus kalabalık. İnsanlar yasalarda olmayan bir kast sistemiyle ötekileşmişler. Memleketde de durum çok farklı değil ama henüz gazetelere yansımadı olay. Bizde Esra Erol'un yaptığı işi burada pazar gazeteleri yapıyor. İlanı veren bildiğin kendini öve öve bitiremiyor. Okuduğu okullardan, kazandığı paradan, ait olduğu sınıfa, hatta elindeki Avrupa veya Amerika daki çalışma izinlerine varana kadar ilanda anlatıyor. Alt metin anlayana "takıl bana hayatını yaşa"... :))
Hindistan'da inek olmak...çok şahane bir durum. İnek Hindularca kutsal sayıldığından kimse ineklere karşı bir yanlış yapmıyor. Üzerinde yaşadığımız dünyanın sembolü, hayatın ve devamlılığın simgesi olarak görüyorlar. Gitmeden önce okuduklarımızdan,duyduklarımızdan ineklerin dokunulmazlıklarını biliyorduk da, bunu yaşanılan ortamda gözlemek de oldukça ilginç. Yok artık dediğiniz bir sürü sahneye şahit oluyorsunuz. Halk o an, o ortam yaratılırken hayvan oranın habitatında hep varmış gibi davranıyor. Kimse kimsenin ineğine kışt demiyor. Yada hemşerim kim saldı bu ineği buraya, nerede bunun sahibi gibi bir durumla karşılaşmanız mümkün değil. Kesip etini yemiyorlar. Kendi karınlarını doyurmakta zorlandıkları için inekleri beslemek gibi de bir çabaları yok. Sırf bu sebepden iri cüsselerine rağmen pek çoğunun kemikleri sayılıyor. E peki bu hayvan nasıl karnını doyuruyor derseniz, sokaklardaki çöp yığınlarının içinden illaki bir şeyler buluyor yemek için. İlla sokaklardaki çöp yığınlarına bir sebep aranacaksa, bundan güzeli olmaz bence.
Hindistan'da kadın olmak...bazı anlarda keyifli, çok cana zor, hele kocası ölmüş bir kadınsanız da felaketin diğer adı. Kocası ölen kadın adeta yaşarken ölmeye zorlanıyor toplum baskısıyla. Renkli giyinmek yasak.Sadece beyaz giyebilirler. Hemen saçlarını kesiyorlar. Makyaj dan vaz geçiyorlar. Onu güzel yapan ne varsa,sırf kocası öldü diye vazgeçmek zorunda. Yeniden evlenmesi imkansıza yakın. Çalışamaz, çünkü iş bulamaz. Sadece dul kadınların yaşadığı sığınma evlerinde yaşamak zorundalar. Erkeğin ölümüyle dul kadının kocası ile birlikte canlı canlı yakılması geleneğinden çok şükür ki dünya kamuoyunun baskısıyla da 1987 yılında kanunla vaz geçilmiş.Çocuk gelin sorunu tıpkı bizdeki gibi orada da toplumsal bir yara. Bu konuyla ilgili Türkçe'ye KANLI SU olarak çevrilen 2005 yılı yapımı yönetmen Deepa Mehta'nın WATER filmini şiddetle tavsiye ederim. Ben döndükten sonra izledim ve sorunun boyutlarını daha iyi kavradım.
Öte yandan Hindistan'da kadın olmak dışarıdan bakılınca keyifli,neşeli, eğlenceli... çünkü bizdekinden farklı bir güzellik anlayışları var. Çok renkli, cıngıl, cıngıl, ışıl ışıllar. Takıp takıştırıyorlar. İlla pahalı, değerli olması gerekmiyor. Kollarında boydan boya en az 6 yada 8 tanesini bir arada taktığınız " Bangle" dedikleri bilezikleri var. Takıya, bijuteriye hiç meraklı olmayan biriyseniz bile, üç gün sonra "yaw ne de hoş duruyor" diyebiliyorsunuz. İki kaşlarının arasına illaki bir "bindi" yapıştırıyorlar. Hatta bu o kadar doğal bir şey ki çoğu erkek yada çocukta da var. Kadınların kullandığı her boy,şekil,renk ve desende yapıştırmalı. Genelde doğru bilinen bir yanlış bunun evli kadınlara has bir şey olduğu. Evli kadınlar saçlarının arasına kırmızı boya sürüyorlar.
Hindistan'da çocuk olmak... çok sevimli bir durum. Diyeceksiniz ki çocuğun sevimsiz olanı da mı var. E bazen var. Ama Hintli aileler çocuklarını nazardan ve kem gözden korumak için gözlerini yüzlerini boyuyorlar. Halbuki bir turist olarak onları çok daha sevimli ve şirin bulup resimlerini çekmek istiyorsunuz.
Allahtan çoluk çocuk resim çektirmeye pek meraklılar. Bazen biri kolunuzdan çekiştirip ön dişlerinin arasında konuştuğu İngilizceyle "You are very beautiful...Can we take a picture?" diye gayet rahat soruyor. Memleket de biri böyle yapsa içteki en fesat duygular, karşıdakine bir dalma, kafa göz yarma isteği su yüzüne çıkar. Ama Hindistan'da bunu yapanın bir genç kız olması, konuya ilişkin tüm kötü düşünceyi yok ediyor. "Ah canım tabiiisi de çekinelim!!!" moduna geçiveriyorsunuz. Hatta Agra kalesinden çıkıp grubun geri kalanını tünediğimiz duvarın üzerinde beklerken, yanımdaki sarışın arkadaşımla aramızda birden bire küçük bir bebek peydah oldu. Bu çocuk da nereden geldi demeye fırsat kalmadan anladık ki ailesi, biri sarı diğeri turuncu kafalı Hindistan topraklarında nadir görülen iki kadının arasında hatıra fotoğrafı çekmek istemiş. E tabi bizede çocuğun yanaklarını mıncırarak poz vermek düştü :)
Hindistan'da şoför olmak...bilemiyorum nasıl bir şey. İstanbul'da kazasız belasız araba kullanıp, ya fena da şoför değilim aslında diye içten içe düşünen biriyseniz, bu özgüven Hindistan'da anında yerle bir olabilir. Çünkü sokağa adımınızı atmanızla başlayan korna sesleri hiç bir zaman kesilmiyor. Trafikte korna çalmak bir iletişim şekli. Yollarda gördüğünüzü her kamyon veya kamyonetin arkasında sanki yazmak zorunluymuş gibi "Blow Horn" yada "Horn Please" yazıyor. Bak uyar dedim sen uyarmadın... O zaman sorumluluk senin manasında bir yazı. Birde bu kadar kargaşanın içinde herhangi bir trafik kuralından bahsetmek de oldukça abes. Ama ilahi bir güç olması muhtemel trafik kazalarını engelliyor. Sağda solda önde arkada, otobanda veya şehir içi trafikte bu kadar motosiklet nasıl oluyor diye de düşünmeden edemiyorsunuz. Birde bunu düşünürken, nasıl oluyor da, benim ülkemde, okumuş, yazmış, eğitimli kesim, motosiklet üzerinde kask takmaya gerek görmezken, burada nasıl bir bilinç var ki, herkesin kafada kask var demeden de edemiyorsunuz. Yolarda sıklıkla kask tezgahları var.
Hindistan'da seyyar satıcı olmak....ne anlatılırsa anlatılsın yaşamadan bileceğiniz bi şey değil. Oraları görmeden, buradaki, seyyar satıcıya, trafikteki kornaya, arabaya, yollardaki kalabalığa sinirlenen ben, bunlara neden sinirlendiğimi yeniden gözden geçirmeye karar verdim. Hatta... hakkındır kardeşim, buyur ne arzu ediyosan sana helal... deme aşamasındayım. Tur esnasında anlatım yaparken yanaşan satıcıya ' höt ! ' derseniz kenara çekilip bekler yada başka bir grupda şansını dener. Ama burada sattıkları mala gözünüzü değdirmeniz yada satıcı ile en ufak bir göz teması, şanslarını sonuna kadar zorlamaları için yeterli. Üstelik iyi kötü hepsi İngilizceyi konuşup anlamasına rağmen ne hikmetse ' No...Thank You ! ' demenin ne anlama geldiğini tövbeler olsun anlamıyor. Ya da bak ben ondan aldım. Bir tane daha istemiyorum demek etrafınızdaki satıcı gürühuna bir tane daha alabilecek potansiyelinizin olduğunu gösteriyor. Ancak kendinizi otobüse atabilirseniz bu taciz den yırtma şansınız var. Bu sefer de rehbere yolcuların almak isteyip istemediklerini sorması için yalvarıyorlar. Otobüsün kapısı kapanıp da hareket ettiğiniz zaman anlıyorlar ki ... no more chance.
Hindistan'da Pazar gazeteleri... okumak çok eğlenceli. Çünkü o gün sayfa sayfa eş arayanların ilanları çıkıyor. E ülke büyük, nufus kalabalık. İnsanlar yasalarda olmayan bir kast sistemiyle ötekileşmişler. Memleketde de durum çok farklı değil ama henüz gazetelere yansımadı olay. Bizde Esra Erol'un yaptığı işi burada pazar gazeteleri yapıyor. İlanı veren bildiğin kendini öve öve bitiremiyor. Okuduğu okullardan, kazandığı paradan, ait olduğu sınıfa, hatta elindeki Avrupa veya Amerika daki çalışma izinlerine varana kadar ilanda anlatıyor. Alt metin anlayana "takıl bana hayatını yaşa"... :))
sarı-turuncu kafanın arasında mıncırılan çocuk fotoğrafı ve pazar gazetesi eş arayanlar sayfasından bir nüsha görmek istesek ;)))
YanıtlaSilpazar gaztesinde benimde ilan vardı :))
YanıtlaSil