11 Mart 2012 Pazar

Trabzon'da Türk Kahvesi İçmek Zor - 2 /Kahvenin Hikayesi

Bu yazıyı okumaya başlamadan, Trabzon'da kahve içmek ne alaka ?dememeniz için 1 nolu yazıyı okumanızı hatırlatmak isterim. En son Boztepe'den aşağı doğru ilerlerken, tur otobüsümdeki yolculara, tamamen o anda verdiğim bir kararla, belki de Türklerin özellikle Karadenizlilerin çay tutkusunu anlatmaktan daha kısa süreceği için kahve ile ilgili kısa bir konuşma yaptım. Yazının sonunda okuyacağınız kendimi içinde bulduğum Karadeniz fıkrası tadında duruma rağmen, hiç de pişman değilim. Bilsinler istedim. Greek Coffe diye bir şey yoktur. İstedikleri kadar tescil ettirmeye çalışsınlar, kahve de bizim baklavada. Hadi alın kahvelerinizi elinize,buyrun kahvenin kısa hikayesine;
  • Kahve Arapça kökenli bir kelime... Hikayeye göre Etyopya'nın güneyinde "Kaffa" yöresinde keçilerini otlatan çobanın "bu keçilerde pek bir keyifle dolanıyor" diyerek şüphelenmesiyle keşfedilmiş.Kumlu tepelerin eteklerinde yetişen bir ağacın kırmızı meyvelerinin çekirdeklerinden elde ediliyor.
  • En çok bilinen iki ağaç var. Arabica ve Robusta. Arabica yüksek tepelerdeyetişiyor. Hassas ısı dengesi gerekiyor bu ağaç için... İri çekirdekleri var... Aromatik ve az kafeinli. Robusta ise alçak rakımda yetişen, kolay meyve veren bir ağaç.Tadı acı, daha az aromatic,daha çok kafeinli...Bu ağaçlar neye benziyor diye merak edenlerinize nacizane Hz. Google'a sormalarını öneriyorum.
  • Kahve, Osmanlı topraklarında, 16 yüzyılda Kanuni’nin Yemen’i fethetmesinden sonra, o sıralarda Yemen Valisi olan Özdemir Paşa’nın İstanbul’a getirdiği çekirdekler sayesinde önce sarayda, daha sonra da halk arasında da çok sevilip popüler hale geldi. 
  • 16.yy dan bu yana , İstanbul’un Eminönü’nde “Taht-el-kale” denen muhitte, kahve ticareti  yapılır. Önünden mis gibi kokan taze paketlenmiş kahveyi almak için sıra bekleyenlerin eksik olmadığı meşhur Kuru kahveci Mehmet Efendinin dükkânı da buradadır.
  •  Askerin moralini yüksek tutmak için yanlarında çuval çuval kahve çekirdeği götüren Osmanlı, Viyana kapılarından geri dönerken, fazlalık yapan her şey gibi kahve çuvallarını da gittikleri yerde bırakır. Böylece bugün kahveleriyle de nam salmış Viyana şehri 17.yüzyılda Türkler sayesinde kahveyle tanışır. Aklınızı karıştırmak gibi olmasın, bu Muhteşem Süleyman devri değil, IV. Mehmet zamanı, Viyana kapılarının ikinci defa yoklandığı tarihtir.
  •  
    Sene 1810...Yer Paris...Mekan Türk Kahvesi
     Ardından 1699 da Sultan IV. Mehmet’in elçisi olarak Paris’e gönderilen Süleyman Ağa’nın konağında kahve misafiri olmak, Fransız sosyetesinde ayrıcalık haline gelir. 19.yüzyılın başında Paris’de Türk kahvesi yapan kafeler açılır. 

 

Osmanlıdan günümüze, Anadolu kentlerinde, sahil kasabalarında, tüm güzel köşelerde, kentin, kasabanın yada köyün ayrılmaz bir parçası olan “KAHVEHANE” ler açılır ve birer sosyal merkez haline gelir. Türkiye’de kahveden başka “ÇAY” da bu mekânların vazgeçilmezidir

Yukarıda anlattıklarımı dinleyen İngiliz misafirlerimizle, turun son durağı olan açık hava kahvesine geldiğimizde, bu kısa konferansı dinleyen 32 kişilik grubumun anlattıklarımdan etkilendiğini içlerinden 26 tanesinin “Türk Kahvesi” siparişi vermesiyle anladım.Ben biliyordum niye böyle olduğunu ama neden herkesin kahve içmek istediğini anlamaya çalışan, daha önce 32 turisti bir arada görmemiş kahvecinin çırağı da, girdiği hayal âleminden ustasından işittiği azarla çıkıverip, pişen kahveleri misafirlere taşımaya başladı. Aşağı yukarı aradan bir yarım saat geçti.
Molanın sonuna doğru hala siparişi gelmeyenlerin olduğunu görünce, hafif bir panikle kahveciye koştum. Trabzon’da kahve içmenin zorluğunu kahvecinin o muhteşem Laz şivesiyle yaptığı açıklamayla anladım.
 “ Rehper aplacuğum! Ha bizim buraya cünde en fazla 5 kaave satili. E benum var 12 fincanum. İsterüsen yapayım Nesgafe pardağunda cerusini da !”
" Sende haklisun ustaciğum ! Ellerin dert cörmesin da !" :))